15 Aralık 2016 Perşembe

RAHATLA RAHATLA RAHATLA

Öyle bir çağda ve özellikle toplumda yaşıyoruz ki, rahatlamak, mutlu, huzurlu olmak, güvende hissetmek negatif bir şey anasını satayım! Sürekli gülümseyen insanlara "aptal" deriz, sevgiden, aşkdan, duygudan bahseden insanlara "gerçekçi değil, hayal aleminde yaşıyor" deriz.
Gerçek ne ki Allah aşkına? Sabahtan akşama koşturmak mı? Yarattığımız zamanın kölesi olmak mı? Para kazanmak mı? Sonra ne kadar çok kazansak da ay sonunda yine çulsuz kalmak mı? Sürekli stres altında yaşamak mı gerçek? Asık suratlar mı? Sevgi yerine mantığı tercih etmek mi? İçimizde beni gör diye yalvaran duygulara burun kıvırıp, zihnimiz neyi "mantıklı" görüyorsa onu yapmak mı? O toplantıdan, bu toplantıya koşturup, bedenim, ruhum ne istiyor acaba diye bir dakika bile düşünmeden oradan oraya savrulmak mı? Sürekli korku içinde yaşamak mı gerçek, zihnimizin yarattığı korku tünellerinde gezinmek, endişenin esiri olmak mı? Hakkaten ne gerçek? Ama iş önemli, parasız yaşam olmuyor Banu hanım sizin tuzunuz kuru tabii, mesela o toplantıyı kaçırmamam lazım, sorumluluklarım var benim diyebilirsiniz. Tamam haklısınız ama diyelim ki o toplantıya giderken öldünüz, öldünüz yani ötesi mi var? Bir şekilde sizsiz de idare olacak herşey. Hayat size rağmen akıp gidecek anlatabiliyor muyum? Evet çok önemlisiniz, hatta hayatınızdaki "en önemli kişi" sizsiniz. KENDİ hayatınızdaki en önemli kişi ama...Siz olmasanız da diğerlerinin hayatı devam edecek bilmem anlatabiliyor muyum? Ben bunu fark ettiğimde ciddi bir şok yaşamıştım. Kendimi ne kadar önemsediysem artık. Egoya bak egoya:)
Neyse konuya dönelim. Kaç kişi panik atak ve anksiyete bozukluğundan muzdarip hiç düşündünüz mü Türkiye'de? Ben araştırdım. Yaklaşık her 100 kişiden 4'ünde görülüyormuş. Orana bakar mısınız? Yaşayanlar bilir, insanı canından bezdiren bir bozukluktur. Peki panik atak tanısı olan onca insan var da gerisi sakin, huzurlu, neşeli mi? Bırakın Allah aşkına, İstanbul'da sokağa çıkın da maruz olduğunuz negatif etkileşim altında ezilmeyin. Ne yalan söyleyim ben İstanbul'da sokakta dolaşıp eve döndüğümde, dengemi yeniden yerine getirmek için ciddi çaba sarfediyorum.
Peki onca şeyi neden anlattım? Sevgi, çiçek, böcek, aşk, denge, pozitif enerji dendiğinde tüyleri diken diken olan insanlara "derin gevşeme ve rahatlama"nın önemini biraz olsun dilim döndüğünce açıklayabilmek için. Nereden mi biliyorum bu insanların varlığını? E daha birkaç sene öncesine kadar ben de onlardan biriydim.
Image may contain: one or more people, people sitting, ocean, sky, outdoor, nature and water
Evli olduğum adam "mantık" kuralları içerisinde yaşar, duygular söz konusu olduğunda asla tamah etmezdi. Bir şey bilimce onaylanmamışsa gerçekliği yoktu. Neredeyse çocukluğumdan beri aynı kişiyle birlikte olduğumdan mütevellit, kendisinden çok etkileniyordum doğal olarak. Duygusal olmayı kendime yediremiyordum. Hatta balık burcunda olmak bile beni rahatsız ediyordu. Sevgi, pozitif düşünce, birlik, enerji gibi kelimeleri kullanan insanlar sinirimi bozuyordu, hele aura, çakralar, meridyenler, meditasyon filan deli saçmasıydı. Yoğun stres altında yaşıyordum ve içim huzursuzdu. Dıştan güleç ve keyif dolu gözüksem de içten endişe sarmalının içinde kayboluyordum. Keşke o günlerde biri beni karşısına otutturup "bak güzelim, gittiğin yol yol değil. Bu stresle devam edersen yakında bazı organlarını kansere ya da başka hastalıklara kurban edeceksin. Rahatlamanın önemini kavra, öğren, bilgilen. Sen sen ol bir daha da hayatlarını daha rahat ve olumlu şekilde sürdürmeye çalışan bilinçli insanlara dil uzatma" deseydi. Ama demedi tabii ve ben uzun yıllar kendi stresime ve dışardan gelen negatif dış etkenlere maruz kaldım.
Ben de sizi karşıma alıp konuşuyorum bakın gittiğiniz yol yol değil, rahatlamaya ihtiyacınız var yoksa bedeninizden ve ruhunuzdan koparak onları çeşitli hastalıklara ve yaşlanmaya teslim etmeniz işten bile değil...
Rahatlama stresin olmama halidir. Aynı şekilde stres de rahatlamanın olmama halidir. Görüldüğü üzere ikisi bir arada mevcut olamaz. Bazen rahatlamayı yoğun ve stresli iş gününün ardından arkadaşlarla çıkıp bir iki kadeh bir şey içmek sanıyoruz. Tabii ki o da çok keyifli ancak yine de benim bahsettiğim derin gevşemeyi sağlamaz. Çünkü orada da algınız dış dünyadadır ve bırakın rahatlamayı içinizde neler olup bittiğinden hiç haberiniz yoktur. Bazen uykuyu rahatlama aracı sanırız o nedenle de bol bol uyuruz. Ancak fark ederiz ki uyandığımızda da her şey uyumadan önceki halimizle aynıdır. Hala yorgun, bitkin ve enerjisisizdir. E hani rahatlama? Olamaz çünkü endişeleri, korkuları, yargıları da uykuya getirdik. Uyku hangi birini temizlesin ya da temizleyebilir mi? O zavallım da bize bilinçaltı rüyaları göndererek "kendine bak, şu noktalara taktın, bu noktaları temizle" der. Dikkate alan kim?
Rahatlamanın tanımını yapmadan önce dilim döndüğünce stres altında bedenimize neler oluyor biraz ondan bahsetmek istiyorum. Stres aslında doğal yaşamda bizi hayatta tutmak için var olan bir mekanızmaymış. Atalarımızdan yadigar kalan bu mekanizma şöyle çalışırmış. Diyelim ki vahşi bir hayvanla yüzyüze geldik. Bu durumda beynimiz adrenalin ve adını şimdi hatırlamadığım bazı hormonlar salgılıyormuş, bunun neticesinde kalp atışlarımız hızlanıyor ve kan iç organlarımızdan çekilip kaslarımıza yöneltiliyormuş ki hızlı hareket edip koşabilelim. Çünkü o pozisyonda yapmamız gereken iki şey var ya kaçacagız ya da savaşacağız. Bu noktada beyin çözümsel bölümünü de kapatıp iç güdülerine göre hareket ediyor, karar mekanizması olmaksızın dürtüleriyle yönlendiriliyormuş. Eski çağlarda bu hayatta kalmamızı için elzemmiş elbet. O çağlarda yaşayan bir insan bu bahsettiğimiz saldırıdan sonra eğer hayatta kalırsa muhtemelen mağarasına dönecek ve kendine yeniden toparlayıp sakinleşmek için zaman verecektir. Çünkü beden sürekli bu olağanüstü durum altında yaşamını sürdüremez. Adı üstünde "olağanüstü durum". Yani çok nadir zamanlarda karşılaşılan bir olay. Düşünsenize biz şehir insanları hep bu "olağanüstü durum"da tutuyoruz kendimizi. Allahım yaşamak için ne denli zor bir yol!
Şimdi yoğun stres altındaki bir insana dışardan bir gözle bakalım. Aslında insandan çok vahşi bir hayvana benziyor bence. Karar ve çözümsellik mekanizması aktif değil, tek bir pencereden bakabiliyor, iç organlara kan gitmiyor, tüm ilgi ve dikkat kaslarda ve aşırı dürtüsel. Tek hedefi var kendini korumak ve hayatta kalmak. İşte maalesef şehirde yaşayan bizler hayatta kalmamız için bu denli bir tehdit altında hiç yaşamazken, bedenimiz sürekli bu tehdit altındaymışcasına yaşamını idame ettirmeye çalışıyor. Ne acı! Sürekli bu duruma maruz kaldıkça doğru düşünüp, çözümsel yaklaşamadığımız için boktan ilişkiler yaşıyoruz, tüm kan kaslara gittiğinden iç organlarımızı besleyemeyip hastalanıyoruz, cildimize de kan gitmiyor bu arda yaşlanıyoruz doğal olarak ve en önemlisi de zihnimiz sürekli kendini koru, kaç ya da savaş komutu verdiğinden saldırganlaşıp hem kendimize hem de başkalarına zarar veriyoruz. Oysa ki ortada ne kendimizi korumamız gereken bir durum ne de savaşıp ya da kaçmamızı gerektiren bir olay var. Herşey içimizde olup bitiyor ve zaman böyle akıp gidiyor. Bilinçsiz bizler bedenlerimizi, ruhlarımızı en önemlisi de yaşamlarımızı strese kurban ediyoruz.
Umarım rahatlamanın öneminin bir nebze altını çizebilmişimdir. Görüldüğü üzere "rahatlama" sürekli stres altında yaşayan biz şehir insanları için elzem bir durumdur. İlişkilerimiz, sağlığımız, hatta çoğu zaman stresimizin kaynağı olan işimizdeki başarımız bile buna bağlıdır.
Peki derin gevşeme nasıl yapılır, nasıl gerçekten rahatyabiliriz? Bu da yarın ki yazının konusu. Rahat ve huzurlu bir gün diliyorum size. Esen kalın;)

(Fotoğraf internetten alıntıdır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder