15 Aralık 2016 Perşembe

BURADA ALMAM GEREKEN DERS NEDİR?

Image may contain: sky, tree, outdoor and nature
Gün içerisinde o kadar çok kez kendime bu soruyu soruyorum ki. Markette çalışan kızla yaşadığımız ufak gerginlikten tutun da babamı yargıladığım, kardeşimle uyuşmazlık yaşadığım, kızımla olağan sabah koşturmacaları içindeyken ya da yakın arkadaşlarımdan biri whatsapp’dan bana bir iki satır bir şey yazmışken. Her daim uyanık kalmaya ve sorgulamaya çalışıyorum. Ben bu deneyimi neden yaşadım? Bu kişi bana şifalanması gereken hangi alanımı, yaramı hatırlatmaya çalışıyor? Karşımdaki yaradanın diğer bir yüzünde kendimde katlanamadığım hangi özelliklerimi görüyorum? Ya da geçmişimden hangi yaralarıma basıyor da şu an sevilmemiş, terk edilmiş, oyuncağı elinden alınmış, kıskanmış, köşeye sıkıştırılmış ya da baskı altında ezilmiş hissediyorum.
Aylarca süren uzun soluklu bir eğitime katıldım geçenlerde. Hocam işinin ehli, bu yola baş koymuş, ne yaptığını bilen, bunun yanısıra oldukça disiplinli ve şefkatini, egoyu ezerek gösteren bir kadın. Egomuzu ezdiğinde, gerçekte biz olmayan maskelerimizi su yüzüne çıkarıp bunun için bizi zorladığında, biz de adım adım özümüze yaklaşıyoruz. Yaklaştık da. Tüm program boyunca zaman zaman konfor alaımızdan çıkmamızı sağlayan vakitler geçirsek de hepimizde mucizevi değişimler ve dönüşümler oldu. Kendisine buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim.
Kısa girişten anlaşılacağı üzere eğitim her anlamda biraz zorlayıcı geçti ve hocamız bu dönemlerde disiplininden ve otoriter konumundan hiç ödün vermedi. Eğitimin son inzivasında bir ödev hazırlamak ve bu ödevi sunmakla yükümlüydük. Ödevi hazırlamak bir yana onu sunmak da ayrı bir zorlayıcı durumdu ancak eğitimler verdiğim ve topluluk önünde konuşma tecrübelerim olduğu için nispeten rahattım. Lafı fazla uzatmayayım, sunum zamanı geldi çattı. Hızlı, pratik bol bilgili ve rahat bir sunum yapan arkadaşımdan sonra sunum yapacak ikinci aday olarak elimi kaldırdım. O ana kadar oldukça rahattım, ta ki hoca başıyla “tamam” işaretini yapıp beni ortaya davet edene kadar. O an olanlar oldu. Kalbim güm güm atmaya başladı. Öyle hızlı atıyordu ki eminim ilk sıralarda oturanlar kalp atışlarımı rahatlıkla duyabiliyorlardı. Bu arada nefesim de düzensizleşti. Nefesimi doğru kullanmama rağmen iyi yönetemiyordum. Ve ağzımı açtığımda olanlar oldu. Herkesin takdirini toplayan o samimi ve tok sesim, adeta kendine güvensiz bir civcivin ciklemesi halini aldı. Bir yandan olayların içindeyken bir yandan da dışından kendimi izliyordum. Zihnimde sürekli dönen bir soru? Şimdi bana ne oluyor? Normal şartlarda gözlerim açıkken de olsa içimdeki çocuğun görüntüsünü çağırır, ona sarıldığımı hayal eder ve böylece hem onu hem de kendimi sakinleştiririm ancak bu kez o yöntem de hiç işe yaramadı. Ben yarım yamalak sunumumu yapıp yerime oturdum ve sorgulamaya başladım. Burada almam gereken ders denir? Hangi yarama dokundum? Neden bu kadar büyük bir korku açığa çıktı? Yüzleşmem gereken şey nedir?
Soruyu sorup bıraktım. Çünkü bu tür yüzleşmelerde üzerine gitmek pek bir işe yaramaz. Bilinçaltının açılıp sizinle iş birliği yapması için zamana ve rahatlamaya ihtiyacı vardır. Ben de sorularımı sorup bıraktım. Bir yerde okumuştum. Diyordu ki; “Bilincinizi ve dolayısıyla bilinçaltınızı kapasitesi oldukça geniş bir bilgisayar gibi hayal edebilirsiniz. Bilgisayarınızda aradığınız bir dosya için nasıl dosyanın adını verip “ara” tuşuna basıyor ve arama sonuçlarını sabırla bekliyorsanız, beyniniz için de tam olarak aynı sistem geçerlidir. Soruyu sorup beklemeniz yeterlidir. Konuyla ilgili sonuçlar ya rüya yoluyla, ya bir mesajla, ya aklınıza geliveren bir anıyla önünüze aniden getiriliverecektir. Bilgisayarınızda nasıl “soruyu sordum ama acaba cevabı gelecek mi?” diye endişe etmeyip başka işlerinizle ilgileniyor, sonra da sonuçlar gelince tekrar dikkatinizi bilgisayarınıza çeviriyorsunuz, zihniniz için de durum böyledir. Soruyu sorun ve cevabın size gelmesini bekleyin”. Uzun lafın kısası soruyu sorup bıraktım.
Öğle yemeğindeydik. Hocadan bahsederken “patron” kelimesi ağzımdan çıkıverdi. Eski ofisimdeki çok sevdiğim ancak çok da otoriter olan patronumuza “patron” derdik. Önce dikkate almadım. Sonra baktım, bir, iki, üç… Kadıncağıza sürekli “patron” diye hitap ediyorum. En sonunda “Murat Bey” deyiverdim. O an zihnimde bir ışıma oldu. Hocamızı patronumla özdeşleştirmiştim. Bilgiler inmeye başladı. Otoritereden korkuyordum ben. Bu kadar güvenli görünürken, herhangi bir otoriter güç karşısında pısıp siniveriyordum. O an tüm gerçek gözümde netleşiverdi. Yemekten sonra doğada biraz yalnız kalmaya gayret ettim. “Burada almam gereken ders nedir?” sorumun cevabı “otorite korkusuyla yüzleşmek” olarak gelmişti. Korkularım üzerinde yıllardır çalışıyordum, en önemlilerinden birini bir şekilde es geçmiştim. Bu korkum beni gitmem gereken yolumdan alıkoyuyor, ilerlememe izin vermiyor, gerçek potansiyelimi gösterecekken olduğumdan çok küçük bir parçamı sergilememi sağlıyordu. Hiç farketmeden 10 yıl boyunca eski patronumla nasıl da bir korku ilişkisi yaşadığımı anımsadım. Oysa ki çok da sağlıklı görünen, saygı ve sevgiye dayanan bir ilişkimiz varmış gibi görünüyordu. Fakat konu üzerinde derinleşince onca yıl boyunca, hata yapmaktan, patronumu hayal kırıklığına uğratmaktan ölesiye korktuğumun ve bunun için çok ciddi ve gereksiz bir enerji sarfettiğimin ayırdına vardım. Bu durum ofisteyken şiddetli bir şekide hissettiğim mide ekşime ve yanmalarımın sebeplerini ziyadesiyle açıklıyordu. Ben alenen otorite korkusu altında kendime eziyet etmiştim.
Biraz daha irdeleyince gözümün önüne diğer otorite figürlerim de gelmeye başladı. Babam, yengem Olga, ilk öğretmenim Sevgim Hanım, lise öğretmenim Zafer hoca, patronum Murat bey ve en son hocam Gülenay Hanım. Hepsinde de ortak nokta onlara yoğun bir saygı aynı zamanda da korku beslemem, karşılarında hata yapmaktan ölesiye çekinmemdi. Yaşamak için ne zor bir yol!
Eğer bunca insan hayatımda bu rolü oynadıysa, bu korkumu geride bırakmam içindi ve bundan sonra da hayatıma güçlü otorite figürlerini çekmemek için bu korkumdan özgürleşmem gerekiyordu.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur. Bir korkumuzla yüzleştiğimizde bize onu hissettiren kişiye okları çevirme eğilimi gösteririz. Korktuğumuz için suçlamak, kızmak, tepki göstermek isteriz. Ancak büyük resime baktığımızda o kişiler hayatımızda bu korkumuzla yüzleşmemiz için bize gönderilmiş görevlilerdir. Yapmamız gereken imgeleme yoluyla affetme çalışması yapıp, bize öğrettikleri için teşekkür edip, yine karmik anlamda veda etmektir.
Bağ kesme çalışmaları oldukça basit ancak bir o kadar da güçlü çalışmalardır. Bir kaç derin nefes aldıktan sonra karşımızda bu kişileri hayal ederiz. Aramızda gümüş bir kordonun olduğunu bu kordondan karşılıklı olarak negatif enerjilerin birbirimize aktığını imgeleriz. Gözlerinin içine bakıp bizlere öğrettikleri dersler için teşekkür ettikten sonra “seni affediyorum kendimi de affediyorum ve böylece seni ve kendimi özgür bırakıyorum” diyerek sağ elimizde tuttuğumuz altın bir makasla aramızdaki bu negatif bağları kestiğimizi hayal edebiliriz. Yere dökülen bu gümüş kordonların da yerde ışığa dönüştüklerini imgelemek çalışmamızı tam ve doğru bir şekilde kapatmamızı sağlar. Çok çeşitli bağ kesme çalışmaları var ancak benim en sık kullandığım yöntem budur. Kordonları ışığa dönüştürdükten sonra da bu kişilere sevgiyle bakıp onların açılan bir başka boyut kapısından mutlulukla geçtiklerini hayal ederim.
Affetmek bir seçimdir. Çünkü kızgın olduğumuzda olanlar bize ve bizim bedenimize olur. Karşımızdaki kişinin zerre kadar haberi olmaz, olsa bile çok da ilgilenmez bizim acımızla. O nedenle affetmek kendimize verdiğimiz bir hediyedir. Affedemeyecek kadar kızgınsak affetmeye niyet ederek bu çalışmayı yapabiliriz. Bazıları bu çalışmaları sevgi bağlarını da koparacak diye yapmak istemez. Oysa ki tüm evrendeki en güçlü bağ sevgi bağıdır ve hiç bir şey o bağları koparmaz, koparamaz. Aksine bu tür çalışmalar negatifleri yok ettiğinden sevgi bağlarını da güçlendirir.
Sonuç olarak “Bu deneyim bana ne öğretiyor?” “Burada almam gereken ders nedir?” sorularını sormak gündelik hayatımız içerisinde elzemdir. Yüksek farkındalıkla yaşamak budur. İstediğimiz kadar yoga, nefes çalışması yapıp, yediğimize içtiğimize dikkat edelim, öğrendiklerimizi hayat okulu içerisinde uygulamaya geçiremiyorsak aynı deneyimleri yaşamaya devam eder, döngülerimizden bir türlü kurtulamayız. Tüm yaptığımız bu ruhsal ve kişisel dönüşüm çalışmalarının amacı içsel huzura kavuşup, sürekli aynı döngüleri yaşamamaktır. Bunun da tek yolu her yaşanılanda sorgulamak, dersi alıp yola devam etmektir. Aklımızdan çıkarmamamız gereken en temel şey tesadüf diye bir şeyin olmadığıdır.
Bir şey sizinle çok alakasız gibi görünse de sizin deneyiminizin içindeyse, bir şekilde haberdar olduysanız sizin sorumluluğunuzdadır ve içinde mutlaka öğrenmeniz gereken bir ders vardır. Hayat okulu adı üzerinde, tıpkı normal okullarda olduğu gibi seviye seviye ilerler ve bir dersin sınavını vermeden üst sınıftan ders almanıza müsade etmez. Sınavlarımızın özüne varıp, derslerimizi öğrenmek için artık acıya ihtiyaç duymadığımız bir farkındalık ve bilinç seviyesi diliyorum hepimize. Sevgiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder